Orta Avrupa Gezisi "Prag"


Kansav Arslan
Karlov Köprüsü, Prag





PRAG, Çek Cumhuriyeti

            Prag, konumu itibariyle ticari yolların kavşak noktasında olduğundan tarih boyunca yabancıların ilgisini çekmiştir. Ayrıca Prag tarihinde rol oynayan 3 büyük hanedanlık ise: Premysller, Lüksemburglar ve Habsburglardır.
             Prag tarihinde önemli bir rol oynayan Vltava Nehri ve Vadisi civarına, ilk olarak İ.Ö. 500’de Keltler, 9. – 6. y.y.’da Markomanlar, İ.S. 500 civarında da Slav Kabileleri yerleşmiştir. İ.S. 800’lerde ise Premysller’in hakimiyetiyle günümüzde de yansımalarının görüldüğü Prag şehrinin temelleri oluşmuştur. Premysller’in kurucusu Prenses Libuse ilk kadın hükümdar olup 400 yıl hüküm süren bir hanedanlık kurmuştur.

Çek Devleti’nin kuruluşunda büyük rol oynayan ve bu dönemde Aziz Vitus Rotondası’nı yaptıran Prens Vaclav da Prag tarihinin önemli isimlerindendir. Aziz Vitus Rotondası, Vaclav’ın ölümüyle hac merkezine dönüşmüştür.
            9. y.y.’dan itibaren önemi artan Prag Kalesi, zamanla değişime uğrayarak taş yapılardan oluşan, içinde bir beyaz bir de siyah kulenin bulunduğu, Aziz George Manastırı ve Bazilikası ile Prensin Sarayı’nın yer aldığı Romansek bir kale haline dönüşmüştür. Kale’nin dış duvarının etrafındaki Küçük Mahalle, Eski Şehir’e Judith Köprüsü ile bağlı olup tüccarlar ve zanaatkarların meskenidir. Romanesk Dönem’in en iyi izleri Aziz George Bazilikası ve Aziz Martin Rotondası’nda görülmektedir.
            Ortaçağın sonlarına doğru en görkemli günlerini yaşamaya başlayan Prag şehri, Roma İmparatoru IV. Karl döneminde pek çok değişime uğramıştır. Bu dönemde Karlova Üniversite’si kurulmuş, Judith Köprüsü’nün yerine yeni bir köprü inşa edilmiş, Yeni Şehir semti kurulmuş, Prag Kalesi yenilenmiş ve Gotik tarzda pek çok kilise ve manastır yapılmıştır. Bu dönemde inşa edilen Gotik yapılar arasında Aziz Vitus Katedrali, Karel Köprüsü, Eski-Yeni Sinagog, Karlova ve Tyn Kilisesi’ni sayabiliriz.                       
            Çek soylularının 1619 yılında Bohemya Kralı II. Ferdinand’ı tahttan indirip yerine V. Fredrich’i atamaları Beyaz Dağ Savaşı’na ve Katolik olmayanlara yapılan zulüm dönemi ile Almanlaştırma çalışmalarına sebep olmuştur.
            19. y.y. Prag tarihinin en başarılı dönemlerinden biridir. Bu dönemde Çek halkı Avusturya idaresindeki boşluklardan yararlanarak kendi kültürünü tanıma çabasına girmiştir. Bu dönemde Çek dili tekrar canlanmış ve Ulusal Tiyatro tekrar açılmıştır. Ayrıca Yahudi Mahallesi ve Yeni Şehir yeniden inşa edilmiş ve taşımacılıkta atılımlar yapılmıştır. Bu dönemin izlerini en iyi yansıtan yapılar arasında Ulusal Müze, Belediye Sarayı, Rudolfinum ve Ulusal Tiyatro’yu sayabiliriz.
            2. Dünya Savaşı sırasında fazla zarar görmeyen Prag, bu dönemde Nazi baskılarından kurtularak sosyalist bir devlet olmuştur. Ancak bu durum ülkeyi karıştıran Kadife Devrim’e yol açmıştır. Uzun süre iç isyanlarla boğuşan Prag, günümüzde Çek Cumhuriyeti’nin başkenti olup Avrupa Birliği üyesidir.

Tempo Tur
Eski Şehir Meydanı, Tarihi Saat Kulesi ve TYN Kilisesi, PRAG


GÜNÜMÜZDE PRAG ŞEHRİ

1993 yılında Avrupa Kıtası’nın ortasında kurulan Çek Cumhuriyeti’nin başkenti ve Bohemya Bölgesi’nin merkezi olan Prag, yaklaşık 500km² yüzölçümüne ve 1 milyondan fazla nüfusa sahiptir. Beş eski semtten meydana gelen Prag’ın ortasından ise Vitava Nehri geçmektedir. Bu semtler; Eski Şehir, Yahudi Mahallesi, Prag Kalesi ve Hradcany, Küçük Mahalle ve Yeni Şehirdir. Şehrin bazı kısımları uzun yıllar su baskınlarının etkisi altında kaldığından bazı yerler şehrin 2 metre altına gömülerek yapılmıştır. Ayrıca nehir üzerine sekiz baraj, bir kanal ve pek çok su benti yapılarak gemilerin nehre girişi kolaylaştırılmıştır.

PRAG, ESKİ ŞEHİR SEMTİ:
Prag’ın merkezinde yer alan bu semt pek çok sokaktan oluşmaktadır. 1338 yılında Belediye Sarayı’nın ardından da Calm-Gallas gibi yapıların inşa edilmesiyle önemi artmıştır. Günümüzde bu semtin meydanı trafiğe kapalıdır. Bu özelliğinden dolayı yaz aylarında semt meydanı ve bazı sokaklardaki kafelerin masaları dışarıda yer alır.
            Şehirde bulunan yapılardan ilki: 11. yüzyıldan beri burada olduğu tahmin edilen Barut Kapısı’dır. Bu yapı barut depolamak amacıyla yapıldığı için adını buradan almıştır. Önceleri şehrin 13 girişinden biri olan yapı Kral II. Vladislav tarafından 1475 yılında kralın tahta çıkışını kutlamak üzere yeniden yapılanmıştır. Ancak kral isyanlarla başa çıkamayıp şehirden kaçınca yapılanma çalışmaları durmuştur.
            Eski Kraliyet Sarayı’nın yerine inşa edilen Belediye Sarayı binası da Eski Şehir semtinin önemli yapılarındandır. 1900’lü yıllara kadar bakımsız ve köhne olan bina, bu tarihten sonra yıkılarak yerine günümüzde kullanılan kültür merkezi yapılmıştır. İçerisinde konser salonu ve Smetana Salonu bulunan yapının içinde ayrıca pek çok küçük salon, büro ve kafe ile restoranlar bulunmaktadır.


Karlov Köprüsü


            Adını örgü biçimli ekmeklerden alan ve Prag’ın eski sokaklarından biri olan Celetna Sokağı, bir zamanlar kralların taç giyme törenlerine ev sahipliği yapmıştır. Hem romanesk hem gotik ama ağırlıklı olarak barok yapılardan oluşan bu sokaktaki önemli yapılardan biri Siyah Madonna Evi’dir. Bu Ev, resim, heykel, mimari tasarım vb. gibi çeşitli koleksiyonlara sahiptir. İşte bu sokak sizi Eski Şehri Meydanı’na götürecektir. Prag’da rehberlik yaparken “Kansav, Prag’da nerede oturup bir kahve içelim ?” diye soranlara… Eski Şehir Meydanında hem gündüz, hem de gece, sokaktaki canlılık ve insanların enerji yoğunluğunun, dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikte olduğu.. cevabını veriyorum. 
            Prag’ta Eski Şehir Meydanında önemli yapılardan biri olan Tyn Kilisesi, 1365 yılında Gotik tarzda inşa edilen bu kilisenin en önemli özelliği 15-16. yüzyıllar arasında reform hareketlerine ve adını dini lider Jan Hus’tan alan Husçu akımlara öncülük etmesiydi. Eskiden Kilisenin ön kısmında bu mezhebin sembolü olan kadeh ancak 1621 yılın da bu heykel eritilerek yerini Madonna heykeline bırakmıştır. Kilise’in kuzeyinde İsa’nın çilesini tasvir eden bir taç kapı içinde ise Çarmıha Geriliş sahnesini tasvir eden heykeller vardır. Kilisenin arja tarafında da yine çeşitli mimari unsurların yer aldığı Tyn Avlusu vardır.

            Prag tarihinde önemli bir yer edinen Jan Hus Anıtı, 1915 yılında reformcu ama sapkın ilan edilerek kazıkta yakılan din adamı Jan Hus anısına yapılmıştır. Bu anıtta hem Husçu savaşçılar hem Protestanlar hem de genç bir anne figürü yer almaktadır. Bu figürlerde anlatılmak istenen duygu, inançlarından vazgeçmek yerine ölmeyi tercih eden insanların ahlak anlayışıdır.
            12. yüzyıl ile 14. yüzyıllar arasında önemli bir toplantı merkezi olan Aziz Niklaus Kilisesi’nin, günümüzdeki hali 1735’te tamamlanmıştır. 1781 yılında II. Joseph sosyal faaliyetler için kullanılmayan kiliseleri kapatınca Aziz Niklaus Kilisesi de geniş çapta talan edilmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında yeniden restore edilen Kilisenin kubbesine Aziz Niklaus ile Aziz Benedict’in freskleri yerleştirilmiştir.  I. Dünya Savaşı’ndan sonra Çekoslovak Husçu Kilisesi’ne devredilen yapı günümzde konser alanı olarak da kullanılmaktadır.

Prag
Prag Saat Kulesi, Orloj - Prag


            Eski şehir Meydanında bilinen ilk saati 1490 yılında Jan Z Ruze isimli bir usta tarafından yapılmıştır. Hatta ustanın bu saati başka bir yerde yapmasını önlemek için kör edildiği bile söylenmektedir. Saatin son halini ise 1552-72 yılları arasında Jan Taborsky vermiştir. Orloj isimli bu saatin en önemli özelliği her saat başı çaldığında 12 Havarinin Geçit Töreninin sergilenmesidir. Pek çok turistin oldukça ilgisini çöken bu tören; saatin solunda bulunan ve ölümü simgeleyen iskeletin sağ elinde tuttuğu ipi çekmesiyle başlar. Aynı anda sol elinde çevirdiği kum saati devreye girer ve ardından pencere açılarak Aziz Paulus ve 11 Havarisi Aziz Petrus ile bir daire çizerek sağdan sola dönerler. Ardından bir horoz öter ve çan çalar. Ayrıca bu figürler arasında bir Osmanlı, aynada kendine bakan kibir ve açgözlülüğün simgeleri de vardır. Burada işlevsel olarak asıl saat ise Astronomi Saati’dir. Saatte Dünya evrenin merkezine yerleştirilmiştir ve ay ile güneşin dünya etrafındaki dönüşleri resmedilmiştir. Saat üzerindeki ibre 3 farklı zamanı göstermektedir. Bunlardan ilki; yani dış halka Ortaçağ Arap rakamlarından oluşur ve 24 saatlik eski Bohemya zamanını ölçer. Bir diğer halka ise Roma rakamlarından oluşan saati gösterir. Saatin ortasındaki mavi kısım ise gündüzü temsil eder ve 12 bölümden oluşur.
….

Tempo Tur ile 2004 yılından beri, her yıl defalarca gittiğim Budapeşte, Viyana, Prag şehirlerine hala doyamadım. Her gittiğimde daha büyük heyecan ile gezdiğim bu şehirler, sokak sokak keşfedilmeye değer.
 Dünyanın birçok ülkesini gezmeme rağmen, hem mimarisi, hem insanları, hem de doğal güzellikleri ile Budapeşte, Viyana ve Prag şehirleri beni dünyada en çok etkileyen yerlerin başında gelmektedirler. Bu şehirleri gezmeyi hayal eden herkesin, benim gibi hayallerine dokunması dileklerimle…

Orta Avrupa Gezisi "Budapeşte" 3

BUDAPEŞTE, İÇ ŞEHİR
            İç Şehir, Peşte’nin merkezidir. Ünlü alışveriş merkezleri, kafeler, restoranlar, Büyük Şehir Belediyesi Meclis Binası, İktisadi Bilimler Üniversitesi… hep bu taraftadır. Peşte, on yedinci yüzyılın sonlarında oldukça harap, nüfusu da çok azalmış bir durumdaymış. Sonraki yıllarda bugün şehrin ortasında kalan kasabaları oluşturan yeni yerleşim yerleri kurulmuştur. On dokuzuncu yüzyılda imar projeleri kapsamında içlerinde dükkân ve kafelerin de bulunduğu büyük binalar yapılmış. Bunların içinde sayabileceğimiz başlıca binalar; Macar Ulusal Müzesi, New York Sarayı ve Yeni Tiyatro’dur. Peşte’nin bugün bu kadar gelişmiş olmasında ve Buda’yı sanayi ve ticaret alanlarında bu kadar geride bırakmasında Yahudi Mahallesinin bu kısımda olmasının da büyük payı vardır. Yahudilerin başlıca etkinliği olan ticaret bölgenin kalkınmasında gerçekten önemli bir rol oynamıştır.
       
BUDAPEŞTE, VACİ UTCA
            Vaci Utca, Budapeşte’nin en gözde alışveriş mekânıdır. Vaci Utca’yı ülkemizin herhangi bir yeriyle kıyaslayacaksak bu yer İstiklal Caddesi olmalıdır; çünkü İstiklal Caddesi, İstanbul için nasılsa Vaci Utca’da Budapeşte için öyledir. Vaci Utca sadece Budapeşte’nin değil Macaristan’ın en gözde alışveriş merkezidir. Kigyo (Yılan) Sokağı tarafından ikiye ayrılan Vaci Utca’nın kuzey kesimi ile güney kesimi birbirinden farklı karakteristikler gösterir. Kuzey kesimi trafiğe kapalıyken güney kısmı açıktır. Vaci Utca’ya asıl ününü kazandıran caddenin trafiğe kapalı kuzey kısmındır
Kuzey kesimi 18. yüzyılın başlarından beri trafiğe kapalıdır; çok sevilen kafeleri, pastaneleri, restoranları ve alışveriş merkezleriyle popüler bir yaya bölgesidir. Vaci Utca’da orijinal mücevher, halı, antika, porselen, pipo, Fransız parfümü ve kumaş çeşitleri bulabilirsiniz. Bu saydığımız ürünler herhalde Avrupa’ya gidip bakılmadan ve alınmadan dönülemeyecekler listesinin ilk onundalardır.
Cadde üzerindeki binaların çoğu 19. ve 20. yüzyılın başından kalmadır. Bu tarihi binaların arasında modern, şık ve lüks mağazalar vardır. Hatta cadde üzerindeki eczanelerin bile müzelere layık ahşap mobilyaları vardır. 1905’ten günümüze değin Philantia çiçekçisi No:9’da noe-klasik tarzdaki binasında hizmet vermektedir. Çiçekçinin kendisi ise sezessionist üsluptadır. No:9 ayrıca Peşte Tiyatrosunun da yeridir.
BUDAPEŞTE, VÖRÖSMARTY MEYDANI
            Vaci Utca’nın kuzey kesiminin bitimindeki meydandır. Ünlü Macar vatanperver şair Mihaly Vörösmarty’nin soyadını taşımaktadır. Meydanın ortasında şaire adanmış bir heykel vardır ve heykelin üzerinde de Macar ulusundan isteğini ifade eden dizesi vardır: “Vatanın Macaristan, hiç durmadan hizmet et.” 
Meydanın doğu tarafında Luxus Mağazası yer alır.  Luxus Mağazası, 1911’de yapılmış üç katlı bir binada hizmet vermektedir. Meydanın kuzey tarafında ise kentin en ünlü pastanelerinden Gerbeaud Cukraszda vardır. Bu pastaneden, Peşte’nin tarihi atmosferi içinde Vörösmarty meydanını izlerken bir yandan enfes Dobos Tortanızı yiyebilirsiniz. Macarların bu nefis tortasının en altında yumuşacık pandispanya keki, üzerinde katmanlar halinde kahveli krema ve en üstünde ise karamelize edilmiş altın renkli şeker tabakası vardır. Dobos Tortası dışında Gundel Palacsinta da spesialler arasındadır. Bu nefis tatlı yoğun bademle doldurulmuş ve bol çikolatayla servis edilen harika bir kreptir.

BUDAPEŞTE, KAHRAMANLAR MEYDANI
Budapeşte’nin en önemli meydanlarından biri olan Kahramanlar Meydanı, Adrassy caddesinin bitiminde Şehir Parkındadır. Budapeşte’nin iki önemli binası “Güzel Sanatlar Müzesi” ve “ Macar Ulusal Müzesi”ne komşudur.
Kahramanlar Meydanı, 1896 yılında Macarların bölgeye gelişinin 1000. yıl dönümü kutlamalarının açılışının yapıldığı yerdir. Meydanın ortasında baş melek Cebrail’in heykeli vardır ve bu heykel 36 metre yüksekliğindeki bir sütunun üstünde bulunmaktadır. Meydanın çevresi yine heykel grubu ile donatılmıştır. Bu heykeller; yedi Macar kabilesini temsil eden yedi tane atlı heykelden oluşmaktadır.
Macaristan’ın Binyıl Kutlamaları(1896), Budapeşte’nin gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Ayrıca Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarihinde önemli bir noktayı belirlemiştir. Budapeşte o dönemde Avrupa için bile çok da benzeri olmayan hızlı bir modernleşme süreci yaşamıştır. Yüzlerce ev, saray, kamu binası yapılmış; şehrin aydınlatması geliştirilmiş –o tarihlerde aydınlatma gazla idi- ve Avrupa kıtasının ilk yeraltı ulaşım sistemi kullanıma açılmıştır. Bu gün Amerika Birleşik Devletleri teknoloji söz konusu olduğunda en ön sırayı almaktadır. Ancak ABD henüz kendi içinde birliğini bile tam olarak sağlayamamışken Macaristan’da yeraltı ulaşımına başlanmıştı.
 Komünizm döneminde, Kahramanlar Meydanı’nda 1 Mayıs törenleri yapılırmış. Ancak Kahramanlar Meydanını önemli kılan bir diğer olay 1989’da yaşanmıştır. 16 Haziran 1989’da 250000 kişilik bir kalabalık, 1958’de SSCB tarafından idam edilen Macaristan başbakanı İmre Nagy’nin yeniden defnedilmesi esnasında bu meydanda toplanmış ve defin töreni gerçekleştirilmiştir.   
         

BUDAPEŞTE KAPLICALARI
            Budapeşte, şifalı yeraltı sularıyla önemli bir sağlık turizmi merkezidir. Kaplıcaların tarihi çok eskilere dayanır. Ancak Macaristan’daki ilk hamamlar Roma İmparatorluğu döneminde açılmış olmasına rağmen asıl hamam kültürü Osmanlının Budapeşte’ye hâkim olduğu 16. ve 17. yüzyılda gelişmiştir. Bugün Budapeşte’de iki adet Türk hamamı ve iki adet Türk kaplıcası vardır. Bu hamamların isimleri: Rudas ve Kiraly; kaplıcalarınkiler ise Rac ve Csaszar’dır. Bu kaplıca ve hamamların hepsi birer Türk şaheseridir.
Osmanlı Bölgedeki hâkimiyetini kaybedince izleri kasıtlı bir şekilde ve hızla silinmeye başlandı. Osmanlının Budapeşte’de yaptırdığı yirmi beş cami, kırk yedi mescit, on iki medrese, on altı mektep, yedi tekke, iki hamam, sekiz kaplıca, dokuz han, bir saat kulesi ve bir Bedesten’den günümüze sadece bazı izler kalmıştır. Bu izler de olmasa bir zamanlar Osmanlı’nın bölgeye hâkim olduğunu söylemek neredeyse imkânsız olacak. Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyeti altında yaşamayı sindiremeyen ve gurur meselesi yapan Macar kralları, Osmanlı İmparatorluğu bölgedeki hâkimiyetini kaybeder kaybetmez Osmanlının izlerini silme çalışmalarına başlamışlardır. Yukarıda saydığımız onca yapıdan günümüze en sağlam şekilde gelenler Osmanlının çok ileri tekniği ve özgün mimarisiyle yaptırdığı hamamları ve kaplıcalarıdır. Hamamların korunmasının bir nedeni de dini birer yapı olmamalarıdır çünkü Hıristiyan Macaristan’da ilk olarak dini yapılar yok edilmiştir. Tabi benzer durum Osmanlı’nın Macaristan’ı fethi sırasında da yaşanmış, kiliseler camiye çevrilmiştir.
Budapeşte’de tabi ki sadece Osmanlı kaplıcaları yoktur. Osmanlı kaplıcaları dışında meşhur kaplıcalar: Gellert Kaplıcası, Tuna Termal Otel Tesisleri, Aquincum Corinthia Oteli, Margit Adasındaki Tuna Termal Oteli’dir.
Budapeşte’deki hamamlara bakacak olursak Osmanlıdan kalma birer başyapıt olan Rudas ve Kiraly hamamlarını incelemek ayrı bir keyif olacaktır.

BUDAPEŞTE, RUDAS HAMAMI
            Rudas Hamamı ilk orak 1950’de yapılmıştır. 1566’da ise ünlü Osmanlı sadrazamlarından Sokullu Mehmet Paşa tarafından yenilenmiş ve genişletilmiştir. Osmanlı hamamlarının en orijinal özelliklerinden biri olan sekizgen havuz, Rudas Hamamında 16. yüzyıldan günümüze özgünlüğünü kaybetmeden gelmiştir. Ayrıca bu havuzun çevresinde farklı sıcaklıklarda dört küçük köşe havuzu vardır. Hamamın üstünü de, ışığın içeri süzülmesine izin veren özel Osmanlı hamam kubbesi ile kapatılmıştır.

Orta Avrupa Gezisi "Budapeşte" 2

BUDAPEŞTE, GELLERT TEPESİ VE ANITI; ÖZGÜRLÜK ANITI
Gellert Tepesi, Kale bölgesinin güneyinde kalır. Gellert Anıtı, özellikle Elizabeth köprüsünden harika görünür. Özgürlük Anıtı ise Gellert Tepesinin zirvesinde yer aldığı için de şehrin hemen hemen her yanından görülebilmektedir.
Gellert Tepesi uzun süre boyunca sevilen bir yer değildi hatta lanetli sayılmaktaydı çünkü 11. yüzyılda Kral Istvan’ın kardeşi olan Prens Vata’nın burada başlattığı putperest isyanı, Piskopos Gellert’in ölümüyle sonuçlanmıştı.

            Gellert Anıtı, inanışa göre 11. yüzyılda Piskopos Gellert’in öldürüldüğü yerde inşa edilmiştir. Rivayete göre, piskopos Hıristiyanlığa geçmeyi kabul etmeyen bir grup tarafından bir fıçının içine konarak acımasızca Tuna’ya yuvarlanmıştır. Aziz Gellert, adına yapılmış anıtındaki tasvirinde yukarıya kaldırdığı elinde bir haç tutmaktadır, Hıristiyanlığı kabul etmiş bir Macar da ayaklarının dibinde diz çökmektedir. Olayların tam aksi yönde geliştiği bu yerde sanki Aziz Gellert’in intikamı alınmaktadır. Heykelin gerisindeyse yarım daire biçiminde bir revak vardır. Elizabet köprüsüne bakan Gellert Anıtı, özelikle geceleri aydınlatıldığında çok etkileyici görünmektedir.
            Özgürlük Anıtı, önde gelen Macar heykeltıraşlarından Zgismond Kisfaludi Stroble’nin kabiliyetli ellerinden çıkmış etkileyici bir eserdir ayrıca keşfediliş hikâyesi de oldukça ilginçtir. Söylenceye göre, anıt en başta Macar naibi Miklos Horthy’nin 1943’te doğu cephesinde kaybolan oğlu Istvan’ın anısını yaşatmak üzere hazırlanmış ancak kentin Rus birliklerince kurtarılışının ardından, Mareşal Klimient Woroszylow’un heykeli sanatçının atölyesinde keşfetmesiyle bugünkü şekliyle yani Budapeşte’nin 1945’te Rus ordusu tarafından kurtarılışı anısına kullanılmaya başlanmıştır. Anıtın ortasında, defne dalını havaya kaldırmış bir kadın figürü vardır. Kaidesi üzerinde duran heykel yaklaşık on dört metre yüksekliğindedir. Anıtın altında ilerlemeyi ve kötülükle mücadeleyi temsil eden iki adet alegorik kompozisyon bulunmaktadır.
Rusların Budapeşte’ye gelişi II. Dünya Savaşında Hitler’in zulmüne karşı bir kurtuluş olmakla birlikte Sovyetler Birliği’nin baskıcı egemenliğinin de başlangıcı olmuştur. Nitekim komünizmin çöküşünden sonra anıttaki Rus askeri figürü kaldırılmış, Rusların savaş şehitlerinin adlarının sıralandığı levha da başka bir yere nakledilmiştir.

BUDAPEŞTE, TARİHİ BUDA BÖLGESİ
            Buda kenti Tuna’dan 60 m yükselen bir tepenin üzerine kurulmuştur. 13. yüzyılda Matyas Kilisesi çevresinde gelişmeye başlamıştır. Tepenin stratejik ve savunmaya elverişli konumu ve doğal kaynaklarıyla eski çağlardaki yerleşimciler için cazip bir bölgeydi. 13. yüzyılda Moğol istilasından sonra Kral Bela başkenti buraya taşımıştır. Bunun üzerine de; bölgede büyük bir yerleşim süreci başlamıştır. Osmanlı hâkimiyetiyle kale ve çevresi bir süre bakımsız kalmış ve Buda’nın Osmanlılardan geri alınışı esnasında Hıristiyanlarca tahrip edilmiştir. Habsburg hâkimiyetinde kent yeniden doğmuştur. II. Dünya Savaşı sonundaysa Kraliyet Sarayına kadar yakılıp yıkılmıştır. Savaştan sonra yaralar sarılmış Eski Buda yeniden inşa sürecine sokulmuş, eski cazibesine kavuşturulmuştur.
Bu bölgede mutlaka görülmesi gereken yerler şunlardır: Buda Kalesi, Buda Sarayı, Matyas Kilisesi, Balıkçılar Burcu, kale bölgesi içinde olmasa da Gül Baba Türbesi.

BUDAPEŞTE, BUDA SARAYI (KALESİ) 
            Buda Sarayı, adından da anlaşıldığı gibi Budapeşte’nin Buda tarafındadır. Bu sarayın tarihi çok eskilere dayanır. Buda Sarayına, Kraliyet Sarayı ya da Buda Kalesi de denmektedir. Uzun geçmişi boyunca pek çok defa yenilenmiştir. Savaşlar, istilalar, hanedan değişiklikleri… Belki de başkentlerin kaderidir böylesine tahrip edilmek ve küllerinin arasından anka kuşu misali yeniden doğmak.
İlk kaleyi, başkenti Buda’ya taşıyan Kral Bela yaptırmıştır; ancak bu gün bu kaleyi tam olarak nereye kurduğu bile bilinmemektedir. Yapılan araştırmalardan elde edilen bulgulara binaen ilk sarayın Matyas Kilisesi yakınlarında olduğu tahmin edilmektedir. Kutsal Roma İmparatoru Lüksemburglu Sigismund’un burada yaptırdığı gotik saray bugünkü sarayın temelini oluşturmaktadır. Nitekim II. Dünya Savaşından sonra kalenin yıkıntıları temizlenirken gotik sarayın kalıntılarına rastlanmıştır. Bulunan surlar ve kral daireleri restorasyon esnasında korunmuştur. Lüksemburglu Sigismund’un sarayından sonra 18. yüzyılda Avusturya- Macaristan İmparatorluğunun hanedanı Habsburglar anıtsal saraylarını inşa ettirmişlerdir. II. Dünya Savaşında tahrip edilen sarayda budur. Bugünkü saray; müze, kütüphane ve tiyatro olarak kullanılmaktadır.
            Kraliyet Sarayının süslü girişi gerçekten görülmeye değerdir. Girişin yanında efsanevi turul kuşunun bronz heykeli vardır. Bu kuşun tılsımlı olduğuna ve sarayı koruduğuna inanılmaktadır.

Budapeşte’nin pek çok yerinde Osmanlı İmparatorluğunun etkilerini görebilirsiniz. Şehrin yaklaşık yüz elli yıl boyunca Osmanlı egemenliğinde kalmış olması bir Avrupalı için gurur kırıcı bir durumdur; Osmanlı etkisini bu noktada da görülmektedir. Duyguların, düşüncelerin en çarpıcı şekilde dışa vurumu olan sanatta da Osmanlı’ya karşı öfkeyi görebiliyoruz. Nitekim “Soylu Prens Eugene Heykeli” Osmanlı savaşında Macarlar için çok önemli bir dönüm noktası olan 1697 Zenta savaşında kazanılan zaferin anısına Kubbeli binanın girişine dikilmiştir. Rölyefte savaştan sahneler canlandırılmıştır. Heykelde ise iki Osmanlı esirinin prensin ayaklarına sarılması temsil edilmiştir.

BUDAPEŞTE, MATYAS KİLİSESİ
            Matyas kilisesi Buda Kale Bölgesinin kalbinde yer alır. İsmini büyük Macar Kralı Matyas Corvinus’tan alır. Matyas kilisesinde taç giyme törenleri gerçekleştirilirmiş bu nedenle “Taç Giydirme Kilisesi” olarak da anılmaktadır. Ayrıca Kral Matyas’ın iki düğünü ve son Habsburg Kralı IV. Charles’ın düğünü de bu kilisede yapılmıştır. Kilisenin yedi yüz yıllık bir geçmişi vardır hatta Budapeşteliler için bir sembol, bir hatırlatıcı görevindedir. Şehrin eski zenginliğini ve onlara göre trajik tarihini sembolize eder. Trajikliği kilisenin uzun yıllar camiye çevrilmiş olmasından gelir.
Kilisenin mimarisine baktığımızda gotik mimarisinin yoğun etkisini görürüz. Ancak mimarisini ilginç kılan bir özelliği de güney cephesindeki sivri kuledir. Bina gotik süslemelerinden arındırılsa adeta bir cami görünümü almaktadır. Nitekim kilisenin tarihini incelediğimizde bu tespitimizin çok yerinde olduğunu görürüz. Kanuni Sultan Süleyman dönemimde Budapeşte fethedilmiş Matyas Kilisesi de camiye çevrilmiştir ve uzun süre -yaklaşık yüz elli yıl- (1541-1686) Ulu Cami adıyla kullanılmıştır. Macar tarihçiler kilisenin cami olarak kullanıldığı bu periyottan “kara dönem” olarak bahsederler. Kara dönem dedikleri bu zaman diliminde kilisedeki Hıristiyanlıkla ilgili değerli eserler ve eşyaları Bratislava’ya kaçırmışlardır. Matyas Kilisesi, Macaristan Osmanlı egemenliğinden çıkınca tekrar kiliseye çevrilmiştir.
            Kilise bugün turistlerin yoğun ilgisini çekmektedir. Gotik mimari tarzına iyi bir örnektir. Ancak bina yeni değildir. Sonradan gotik tarza çevrilmiştir.

BUDAPEŞTE, BALIKÇILAR BURCU
            Balıkçılar Burcu, Buda’nın eski surlarının yerinde bulunmaktadır. Burası eskiden, balık pazarı olan bir ortaçağ meydanıymış. Ortaçağ Avrupa’sında bir balık pazarının nasıl olduğunu tasavvur etmek çok güç sayılmaz. Ama bugün burası çok hoş bir yerdir. Burcun mimari üslubu neo-romanesktir. Balıkçılar Burcu, 1895 yılında Friges Schulek tarafından Balıkçılar Loncası için yapılmıştır. Balıkçılar Burcundan romantik bir biçimde Tuna ve Peşte’nin güzel manzarasını izlemek mümkündür. Hatta bir Macar’dan öğrendiğimiz kadarıyla burası dudaklara ilk öpücüklerin konduğu bir yermiş. Bura uzun süre Macar gençlerinin romantik buluşma noktası olmuş.
Bugün Balıkçılar burcu tamamen Kale Tepesine kazandırdığı estetikle ön plana çıkmaktadır. Burcun önünde Macaristan’a Hıristiyanlığı ilk getiren kral Aziz Istvan’ın heykeli bulunmaktadır.

Orta Avrupa Gezisi "Budapeşte" 1

BUDAPEŞTE

Tempo Tur ile yıllardır Tur Lideri olarak görev yaparak hem gezdiğim hem de yüzlerce kişiyi gezdirdiğim Orta Avrupa şehirlerinden en beğendiklerim; Budapeşte, Viyana ve Prag’da görülecek o kadar çok yer var ki..
Belk de bu turun en güzel tarafı, tadı damağınızda kalan, güzelliklere doyamadan biten bir gezi olmasıdır. Her ne kadar gez gez bitmez güzellikler ile dolu şehirler olmalarına rağmen, sizlerle en önemli semtler, tarihi yapılar hakkında bilgilerimi paylaşmak istiyorum.

BUDAPEŞTE “TUNA’NIN İNCİSİ”
Türkülerimizde ve destanlarımızda adını sıkça duyduğumuz efsanevi Tuna nehrinin kıyısına kurulmuş, “Tuna’nın İncisi” olarak anılan kent Budapeşte’ye hoş geldiniz! Şehir; zengin tarihi mirası, doğal güzellikleri ve kaplıcaları ile gerçekten gezilip görülmeye değer. Gerek tarihi mirası, gerek doğal güzellikleri, gerekse şifalı kaplıcalarıyla herkese keyifli vakit geçirme imkânı sunmaktadır.
Budapeşte, Tuna’nın kıyısında güzel bir Orta Avrupa şehridir. Tuna nehri kıyısında Buda ve Peşte olmak üzere iki kısımdan oluşur. Nehir üzerinde, bu iki kısmı birleştiren köprüler bulunmaktadır. Bu köprüler şehrin iki yakasını bütünleştirir. Budapeşte’nin güzelliğine güzellik katar. Peşte oldukça düz, Buda -Osmanlılar Budin demiştir- ise daha dağlık bir arazi yapısına sahiptir. Pek çok tarihi kentte olduğu gibi eski şehir dağlık kısımda, yeni şehir ise düzlük kesimde bulunur. Eskiden şehirler, savunmaya elverişliliği nedeniyle dağlık kesimlere kurulurmuş. Nitekim bugün İstanbul, Bursa, Ankara gibi büyük şehirlerimizi incelediğimizde de, şehrin tarihi kısmının hep yüksekçe bir bölgede yer aldığını ve çevresinin surlarla çevrili olduğunu görürüz. Modern kesimleri ise yüksek kesimlerde yer kalmadığı için düzlük alana yayılmıştır.
Mimarî ve heykel sanatları bakımından Avrupa’daki bütün sanat akımlarının izlerini Budapeşte’de bulmak mümkündür. İlkçağ, ortaçağ, gotik ve Rönesans mimarisi; hepsine örnekler mevcuttur.
Budapeşte oldukça büyük bir şehir olduğundan şehri bir çırpıda gezebilmek pek mümkün değildir. Ben aman aman tarih meraklısı değilim, öyle alışveriş tutkumda yok, gittiğim şehrin doğal güzelliklerini keşfetmekten ve manzara seyretmekten hoşlanıyorum diyorsanız o zaman ilk durağınız kesinlikle Tuna kıyısı olmalı. Sessiz ve derinden akan Tuna üzerine kurulmuş köprüler, görkemli Parlamento Binası, Gellert Tepesi ve Tuna üzerine yerleşmiş yeşil Margit Adası harika bir kompozisyon oluşturuyor. Ayrıca burası gün batarken güneşin veda eden kızıllığında enfes bir görünüme sahip oluyor. Tuna’nın yeşil mavi suyu kızıla bulanırken gökyüzü morumsu renklere boyanır. Tuna kıyısı bu haliyle ressam elinden çıkmış gibidir. Havanın kararmasıyla birlikte aydınlatma sistemleri devreye girer. Işıkların yanmasıyla oluşan manzara romantizmin kenti olarak bilinen Venedik’i bile aratmayacak kadar romantiktir.
Budapeşte’ye oldukça yakın pek çok turistik mekân var burada ve bu yerlere düzenlenen günübirlik turlar. Visegrad Kalesi, Estergon Kalesi, Sentendre bu alternatifler arasında bulunuyor.

BUDAPEŞTE TUNA KIYISI
Avrupa’nın tarihine bazen çağlayarak, bazen de sessizce süzülerek tanıklık etmiş olan Tuna’nın tarihi çok eskilere dayanır. Birçok efsaneye konu olmuş bu yaşlı nehre “Avrupa’daki nehirlerin kraliçesi” denmiştir.
Tuna nehrinin Osmanlı tarihinde de önemli bir yeri vardır. Özellikle Osmanlı-Macaristan savaşlarında Tuna iki tarafın da kanlarıyla beslenmiştir. Bir yanda Avrupa orduları, bir yanda Osmanlılar Tuna kıyılarında savaştılar, kanlarını Tuna’ya akıttılar. Bu yüzden; bir zamanlar kanlı akardı Tuna diye türküler yakılmış.
Tarihimizde ve kültürümüzde derin izler bırakmış Avusturya-Macaristan ve Osmanlı arasındaki savaşların izlerini türkülerimizde açık ve net biçimde görmekteyiz. “Tuna Nehri Akmam” türküsü de onlardan biridir:
“Tuna nehri akmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor. / Şanı büyük Osman Paşa / Plevne`den çıkmam diyor.”
Türkünün sadece bir dörtlüğü bile kanımızı kaynatmaya yetiyor. Ayrıca türkünün ezgisini duymadan bile sözün altındaki püfür püfür Balkan havasını hissedebiliyor ezgisini yüreklerimizde duyabiliyoruz.
Sadece savaşlar, kahramanlıklar mı türkülerimize konu olan Tuna hakkında? Elbette değil. Tuna boyunda göçmen kıza âşık olan delikanlının yakarışı ile göçmen kızın kimsesizliğinin hüznünü buram buram hissettiren türkü bugün hala yüreklerimizi sızlatıyor:
“Ben bir göçmen kızı gördüm Tuna boyunda
Elinde bir besili kuzu hem kucağında
Doğru söyle göçmen kızı annen var mıdır
Ne annem var ne babam var kalmışım öksüz
Sen bir öksüz ben bir garip alayım seni
Alayımda gurbet elde sarayım seni”

Tuna nehrinden bahsettikten sonra, nehir çevresinde gezebileceğimiz yerleri inceleyelim. Ancak Tuna çevresindeki yapıları tek tek incelemeden önce genel resmi görmek ve Tuna’ın mavi-yeşil sularında keyifle salınmak isteyenler için tekne turları olduğunu belirtmekte fayda var. Bu turlara katılabilir ve Tuna’yı, kendi içinden kucaklayıp keyifle seyredebilirsiniz.



BUDAPEŞTE, PARLAMENTO BİNASI

            Macar Parlamento Binası, Tuna kıyısında heybetli ve özgün mimarisiyle hemen dikkatleri üzerinde toplamaktadır. Ayrıca dünyanın en büyük yasama binalarından biridir. Bu özgünlüğü onu Macaristan deyince ilk akla gelen öğeler arasına sokmaktadır. Macarlar için bir tanıtıcı unsur halini almıştır. Öyle ki her şehir tek bir binayla sembolize edilecek olsa Budapeşte için bu sembol büyük olasılıkla Parlamento Binası olacaktır.
            Parlamento binasının inşaatına 1885’te başlanmış, 1904’te sona erdirilmiştir. Binanın yapımında ortalama bin işçi çalışmış, kırk milyon tuğla, yarım milyon çok kıymetli taş ve kırk kilogram altın kullanılmıştır. Bu kadar değerli taş ve madenle süslenmiş Parlamento Binası yeni olmasına rağmen mimarisi gotik tarzdadır. Mimarisinin gotik tarzda olması itibariyle 14. ya da 15. yüzyıldan geliyormuş izlenimi vermektedir. Bu heybetli ve ihtişamlı yapının tarihi çok eskilere dayanıyor olmasa da özel mimarisi, süslemeleri ve heykelleriyle öncelikle Macar sanatı olmakla birlikte Macar tarihini de yansıtmaktadır.
            Yüzünü Tuna’ya çevirmiş dalgın dalgın bakan ihtişamlı bir kraliçe gibi duran binanın resmi girişi şehirden yanadır. Yapının içinde ve dışında toplam iki yüz kırk iki adet heykel bulunmaktadır. Bu heykeller Macar hükümdarlar, Transilvanyalı liderler, ünlü askerler gibi şahsiyetlere aittir. Pencerelerin üzerinde ise kralların, lordların ve düklerin armaları sergilenmektedir.

         


    
    
BUDAPEŞTE, KÖPRÜLER: ZİNCİRLİ KÖPRÜ, ELİZABET KÖPRÜSÜ
Budapeşte’de Tuna nehri üzerine inci gibi dizilmiş birçok köprü vardır. Bu köprülerin hepsi gerçekten mimari yönleri güçlü yapılardır. Ancak köprülerden iki tanesi daha ön plana çıkmakta adeta Budapeşte’nin sembolleri haline gelmektedirler.
Zincirli Köprü, Budapeşte’nin turistleri en çok etkileyen köprüsüdür. Köprünün özellikle geceleyin ışıklandırılmış görüntüsü büyüleyicidir.
Budapeşte’de rehberlik yaparken “Kansav, sen en çok nereyi beğeniyorsun ?” diye soranlara… Tuna nehrinde tekne turu ile gezerken “gece manzasanın” dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikte olduğu, cevabını veriyorum.  Zincirli Köprü; fotoğraflarda ve filmlerden arka planda ihtişamlı Buda Kalesi’yle birlikte geceleyin ışıklandırılmış ve sudaki yansımasıyla bütünleşmiş haliyle nefes kesici bir manzarayla karşımıza çıkmaktadır. Fotoğraflarda ve filmlerde bu kadar etkileyici olan bu manzarayı bizzat Budapeşte’de seyretmek çok daha etkileyici ve keyiflidir.  Kont Istvan Szechenyi köprünün hamiliğini üstlenmiş, köprünün dizaynı için Tierney Clark’ı, inşaatı için mühendis olarak Adam Clark’ı tutmuştur. Köprü 1839-1849 yılları arasında inşa edilmiş ne yazık ki II. Dünya Savaşında Alman yıkımından kurtulamamıştır. 100. yılının anısına 1949’da yeniden inşa edilmiş Budapeşte’ye bugün herkesin hayranlıkla izlediği bu güzel bir manzarayı katmıştır
Elizabet Köprüsü, inşa edildiği yıl(1903) dünyanın en uzun asma köprüsü idi. 1926’ya kadar da dünyanın en uzun asma köprüsü olma unvanını korumuştur. Köprünün o zamanki tam uzunluğu 379 m, Tuna’nın birleştirdiği iki yakası arasındaki mesafe ise 290 m idi. Köprünün adı İmparator Franz Josep’in eşi Macaristan’ın azize kraliçesi Elizabet’ten gelir. Viyana’da marka haline gelmiş, her yerinde karşımıza çıkan “Sisi” lakaplı güzel ve bahtsız kraliçenin adını taşıyan bu köprü de Tuna’nın bir diğer incisidir.
Köprünün orijinali, II. Dünya Savaşı’nın yıkımında kurtulamamış 1945’te Alman askerleri tarafından havaya uçurulmuştur. Yeni köprü Pal Savoly tarafından tasarlanmış 1964’te inşa edilmiştir.



Orta Avrupa Gezisi "Viyana"



Schönbrun Sarayı, Viyana, AVUSTURYA


VİYANA

Türkiye’de Viyana denilince ilk akla gelen şanlı Osmanlı tarihi olur. Şanlı tarihimizde Batı’nın “Magnificient” yani “Muhteşem” Süleyman dediği padişahımız ve onun meydanların tozunu attırdığı zamanlardır. Öyle ki Mohaç muharebesinden sonra Avrupa içlerine kadar ilerleyen Osmanlı ordusu, karşısında savaşacak ordu bulamamıştır çünkü Osmanlının ileri savaş teknikleri öylesine nam salmıştır ki hiçbir ordu karşısına çıkmaya cesaret edememiştir. Bu büyük başarılar Osmanlının bile tahminlerinin ötesindedir. Başarısı karşısında kendisi bile şaşkınlığa düşen Osmanlı ordusu ilerlemeye devam etmiş ve soluğu Viyana kapısında almıştır.

II. Viyana kuşatması, birincisi kadar memnuniyetle hatırladığımız bir tarihi vaka değildir. İki kuşatmada da Viyana alınamamıştır ancak II. Viyana kuşatması önemli bir dönüm noktası olmuştur. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bu başarısızlığını başıyla ödemiştir. Kuşatmanın sonrasında imzalanan Karlofça Antlaşması ise ilk büyük toprak kaybımız olmuştur. Hatta bu kez İstanbul’da panik havası yaşanmış, İstanbul ahalisi sanki bu toprakları vermesek devlet yıkılacakmış korkusuna kapılmıştır. Avrupalıysa Osmanlı’nın yenilebileceğine kanaat getirmiş ve Osmanlıyı Balkanlardan atma fikri canlanmıştır. Osmanlıya karşı korkusu azalan Viyanalılar bu kez Türk kültürünü yakından incelemeye, yaşamlarına ve sanatlarına Türk öğelerini katmaya başlamıştır. Siyasi alandaki başarısızlık kültürel etkileşime vesile olmuştur.
Şehre girdiğinizde Viyana’nın kendine özgü o mistik, birazda kasvetli havası insanın tüm benliğini sarmaya başlar. Arnavut kaldırımlı taşlardan yürürken, tarihin kokusu başınızı döndürüp, her an karşınıza soylu dükler, baronlar, kabarık etekli baronezler çıkacakmış hissine kapılırsınız.

Viyana, çeşitli isimlerle anılan tam 23 bölgeden oluşuyor. Şehrin tam merkezi, 1.Viyana –InnereStad-, Franz Joseph’in yaptırdığı çevre yolu ‘Ring’ diye adlandırılmış yolla çevreleniyor. Sol tarafınızda 1869’da Mozart’ın Don Juan’nıyla açılan muhteşem Opera Binası yükselmektedir. Opera binası Ring meydanında tamamlanan ilk bina olma özelliğini taşıyor, fakat ikinci dünya savaşında aldığı hasar nedeniyle tekrar onarılmak zorunda kalmıştır. Opera; yılın her son perşembesinde düzenlenen dünyaca ünlü balo karnavalı ile Viyana’ya göz kamaştırıcı bin bir ışık katıyor.

Viyana, tarihî eserleriyle, büyük meydanlarıyla, mükemmel parklarıyla, temiz caddeleriyle ve şehri yer yer süsleyen çiçek alanlarıyla insanı ürperten bir güzelliğe sahip! Viyana’nın iki büyük caddesi üzerinde, bazen yüz yıllık, bazen iki yüz elli-üç yüz yıllık bir yüzle yükselen binalar, İstanbul’daki bütün tarihî eserlerin sayısı kadar. Şehirde iki- üç gökdelenden başka yüksek bina yok. Evler en çok altı-yedi katlı. Mülk sahipleri evlerinin ön ve arka cephelerini korumak şartıyla, ancak iç plânlarında değişiklik yapmak hakkına sahip. Kısacası Viyana'nın kendisi yaşayan bir tarih. Ben de bu turda rehberlik yaparken “Kansav sen en çok hangi şehri seviyorsun ?” diye soranlara… Viyana yaşamak isteyeceğim bir şehir cevabını veriyorum.

Viyana yaşam tarzı itibarıyla da çok özel bir şehirdir. Şehirde nostalji ve kibarlık rüzgarları esiyor. Bu yüzden Viyana’da gezmek, görmek, yemek, içmek ayrı birer keyiftir. Örneğin şinitzel, kahve ve kek dendiğinde akla gelen ilk şehirdir. Dünyanın pek çok yerinde rastlayabileceğiniz ve hemen hemen herkesin damak tadına çok rahat uyabilen bu üç tadın Viyana'da neden bu kadar güzel ve özel yapıldığı düşündürüyor insanı. Bazı özel restoranların şinitzelden başka bir şey satmamaları, şinitzelin tadına tat katmanın yeni yolarını bulmalarını sağlamaz mı? Belki de şinitzelin içine katmış oldukları hardal ve Hindistan cevizindedir sır. Kahveye gelince; kahveyi özel yapan, içine konulan malzemeden çok yapımında kahvenin kıvamının ve karışımının nasıl ayarlanacağını bilmektir.

            Yukarıda genel özellikleriyle tanıttığımız Viyana, tarihi ve turistik yapılar bakımından oldukça zengindir. Şehri daha iyi gezebilmek için Budapeşte kısmında olduğu gibi bölümlere ayırmak şehri tanımamızı çok daha kolaylaştıracaktır.
Ring – halka manasına gelir- caddesinin içinde kalan bölgeye İnnerestad yani İç Kent denir. İç Kent iki bölgeden oluşur: Stephansdom ve Hofburg. Viyana’yı gezmeye buralardan başlamak gerekir çünkü kentin tarihi burada nefes alıp vermektedir.


Stephansdom Meydanı, Viyana



VİYANA, STEPHANSDOM SEMTİ

Stephansdom semti adını sekiz yüz yıllık St. Stephen Katedrali’nden alır. Bu bölgenin dolambaçlı sokaklarında ve buram buram tarih kokan meydanlarında dolaşırken şehrin büyüleyici atmosferine kapılırsınız. Şehrin tarihi öyle eskilere dayanır ki sekiz yüz yıllık kilise sizi yanıltmasın. İkinci dünya savaşından sonra yapılan kazılar sonucu iki bin yıl öncesinden kalma bir Roma garnizonu ortaya çıkartılmıştır. Ruprechtskirche’nin Romanesk kemerlerinden Stephan-platz’daki görkemli Haas Haus’un çelik camlarına kadar insanlık tarihinin geçirdiği her çağı burada görebilirsiniz.

VİYANA, STEPHANSDOM
Avusturya’nın başkenti Viyana pek çok tarihi anıtla süslüdür. Bunlar içinde en çok dikkati çekenlerden biri Saint-Stephen katedralidir. Şehrin iç bölümünde yer alan bu katedrale Avusturyalılar Stephansdom derler.
Birçok defa tahribat gören, ama her seferinde aslına çok uygun şekilde tamir edilen ünlü Saint-Stephen katedrali 137 metre yüksekliğindeki kulesiyle gotik mimarinin en muhteşem örneklerinden biridir. Avusturya’nın en büyük katedrali olma özelliğini taşıyan Stephandom’un kulelerinden bir tanesi Osmanlının Viyana’yı kuşatması sırasında yıkılmış. Yıkılan kısım tamir edilmiş fakat diğer kule kadar büyük yapılmamıştır. İçerisinde kuşatma zamanından kalma bir top hala duvarda durmaktadır.Bu yüksek kulenin tepesinden şehrin bütünü ve epey uzaklara kadar kırlar ve köyler görülür. Napoleon’un askerleri bu kuleyi gözetleme yeri olarak kullanmışlardır.
Kilisenin orta kapısına dev kapısı denir. Buna sebep inşaat sırasında burada çok iri bir baldır kemiğinin bulunmuş olmasıdır. Baldır kemiği bu uzunlukta olan bir insanın boyu hesaplandığında ortaya çıkan sonuç gerçekten devasadır. Kemik uzun zaman kapının kanadı üzerinde asılı kalmıştır ama esrarengiz dev adam efsanesi yıkıldıktan, yani kemiğin insana değil tarih öncesi devirlerde yaşamış bir mamuta ait olduğu anlaşıldıktan sonra kemik yerinden kaldırılmıştır.
Bugün, Stephansdom katedrali heybetli ve ihtişamlı görünümüyle ziyaretçileri hayran bırakmaktadır.
Katedralin etrafını dolaştığınızda bir köşede göreceğiniz bir heykel dikkatinizi çeker. Burada yerde yatan bir insan ve üzerinde onu yere sermiş biri vardır. Yerde yatan kafası kel ve kafasının tam ortasında uzun kuyruğu olan insanın elindeki bayrağın topuzunda bulunan hilal bu kişinin Osmanlı askeri olduğuna işaret eder. Osmanlının Viyana önlerine kadar gelişini ve aylar süren kuşatmada şehre saldığı korkuyu unutmamış olan Viyanalı bu heykelle zedelenen gururunu tamir etmektedir. 



VİYANA, SCHÖNBRUNN SARAYI

Viyana’da en çok ziyaret edilen yerlerden biridir, Schönbrunn Sarayı. İçeri girmeden önce bilet alırsınız ve aldığınız bilette içeri girebileceğiniz saat yazar. Giriş sırasının size gelmesi için birkaç saat beklemeniz gerekebilir. Ancak bu bekleyiş öyle kuru kuru bir bekleyiş olmaz. O arada, sarayın bahçelerini gezebilirsiniz. Mevsim baharsa, bir çiçek bayramına tanık olacaksınız.



Maria Theresia döneminde saray, en parlak dönemini yaşamıştır. Maria Theresia, Avusturya’nın en ünlü kadın hükümdarlarındandır. Ayrıca Fransa’ya gelin giden kızı “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” lafı ile dünya çapında ancak pek de hoş olmayan bir üne kavuşmuştur. Avusturya prensesi ve Fransa kraliçesi olan Maria Antonia’nın sonu ise maalesef giyotin olmuştur.
Saraydan bahsetmeye devam edecek olursak; sarayın ana binasının arkasında uzanan dev bir bahçesi vardır. Bu bahçeye usta ellerden çıkma heykeller ustaca yerleştirilmiştir. Bu heykeller kışın korunmak için sarıp sarmalanır ne de olsa üzerlerinde ya hiç giysi yoktur ya da yazlık giysilere bürünmüşlerdir.
Odalardan biri de Napolyon Viyana’dayken oğlu tarafından kullanılmış. Ancak odanın hüzünlü bir yanı var çünkü Napolyon’un oğlu buradayken hastalanmış ve iyileşemeyerek hayata gözlerini bu oda da yummuş.
Saraya karşıdan bakıldığında, birinci kata gelen yerin tam ortasında büyük bir galeri var, oldukça ihtişamlı bu oda da ikinci dünya savaşı sırasında Viyana’ya atılan bombalardan payına düşeni almış. Saraya gelen bir bomba çatı katını delip binanın içine düşmüş patlamamasına rağmen bütün tavan resimlerini dökmüş. Şu an sarayda sergilenen saray resimleri orijinallerinin aynısı ancak savaştan sonra yapılmış.
Sarayın bahçesindeki çiçekler için sol tarafta geniş bir sera var. Çiçekler tamamen açıp renklerini alınca bir anda bütün bahçeye yerleştiriliyorlar. Ortaya muhteşem bir görüntü çıkıyor. Anlayacağınız Schönbrunn Sarayı yazın da kışın da çok güzel.
Arka bahçenin sonunda, tepede Gloriette şeklinde kışlık bahçe "evi" var, zamanında burada konserler verilirmiş. Şu an içinde güzel bir kafe var, sarayı yukardan gören manzarası ile çok hoş zaman geçirebileceğiniz bir mekân ve özellikle "Sisi kahvaltisi" ile oldukça talep görüyor. Sisi daha önce de bahsettiğimiz gibi Avusturya’nın yapılmış en büyük reklamıdır. Sisi, Schönbrunn Sarayı’nda çok fazla bulunmamış olmasına rağmen burada da ön plana çıkıyor.
tan bir güzellik hastası olan Sisi’nin Schönbrunn Sarayı’nda da sabah sporu için kullandığı spor aletleri var. Sisi’yle ilgili başka bir söylenti de şöyle: Sisi’nin sabah kalkıp meşhur ihtişamına kavuşması dört saat sürüyormuş.

Schönbrunn Sarayı’nın bir diğer meşhur yanı ise Hayvanat Bahçesidir. 1752’de kurulmuş olan bu yer dünyanın en eski hayvanat bahçesidir. Eğer sarayı gezmeye gelip de, buraya bir- iki saat ayırmazsanız gerçekten yazık olur. Hele son eklenen yağmur ormanı, sulatı tüneli, fil evi ile iyice güzelleşmiş vaziyette. Belli saatlerde, hayvanların beslenmelerini izlemek de mümkün, bunlar içinde fok balıkları en rağbet göreni.

Gün geçtikçe pek çok hayvanın sayısı azalıyor kimilerininse nesli tükeniyor. Schönbrunn Hayvanat bahçesinde korumaya alınmış değerli hayvanların doğum yapması şehirde büyük bir sevinç yaratıyor. Bu tür haberler reklam panoları yardımı ile Viyanalılara duyuruluyor ve ilgilenenler de doğumu izleyebiliyorlar. Viyana gerçekten hayvan sevgisi sahibi insanlarla dolu bir şehirdir.
Hayvanat bahçesinde gece turları da var, gece aktif hayvanları görmek için, özel dürbünlerle de dolaşabiliyorsunuz.


Wien, Austria
Hundertwasser House Viyana, Avusturya


VİYANA, Hundertwasser Evi

Viyana’da turistlerin en çok ilgisini çeken yerlerden biri de Hunderwasserhaus yani Hundertwasser Evi’dir. Bu ilginç apartmanın mimarı, Avusturyalı sanatçı Friendensreich Hundertwasser’dir. Eser adını mimarının soyadından alır. “Hundertwasser”’ın kelime anlamı “yüz sular”dır. Bu nedenle bu yapı Yüz Sular Evi olarak da anılmaktadır ancak doğrusu mimarın soyadı yani özel ad olduğu için tercüme etmeden olduğu gibi kullanmaktır.
Hundertwasser Evi’nin tam adresi Landstrasse (Land Caddesi), Kegelgasse (Kegel sokağı) No:34-38 arasıdır. Birçok ilginç unsurla bezeli bu sanat evi Viyana Belediye’sinin 1983-1986 yıllarında yaptığı belediye evinden farklıdır. Tekdüzeliğe, sanat değeri ve özgünlüğü olmayan mimariye isyanı sembolize eden bu yapının hiçbir yerinde düz öğe kullanılmamıştır. Viyana’nın turistik yerleri dendiğinde sık sık karşılaştığınız fotoğraflarda da gördüğünüz gibi dış yüzeyi rengârenktir. Bir apartmanda pek de düşünülemeyecek ilginç kubbesi yapıyı çok ilginç kılmaktadır.


Friedensreich Hundertwasser sanatının özgünlüğünü şöyle açıklamıştır: "Ressam özgür olmak istediği evler ve mimariler hayal eder ve bunları da gerçekleştirir."
Her güzel olan yapıtta olduğu gibi bu binanın da kullanılmış olan yumuşak malzemelerden dolayı geniş ve büyük paralar isteyen tadilata ihtiyacı vardır. Bu yönde belediye tarafından çalışmalar sürmektedir.